26 Ağustos 2010 Perşembe


2. Sezonun ortası bile gelmeden Rijkaard-Neeskens ikilisini bitirdik, helvalarını da yedik. Konunun odak noktasını "otorite ve dirayet" olarak ele alırsak,  ortak kanı bu iki adamın ciddi bir adaptasyon sorunu çektikleri, dolayısıyla da bir takım koşulları oluşturamadıkları..Kısmen doğru da. Peki gerçekten konu bu kadar basit mi? Sorun Türkiye'nin yeni ve başka bir kültür olması  ve bu ikililinin uyum sorunu mu, yoksa benim üzerinde durduğum gibi "bambaşka" bir kültür olması mı?

Olayı genellemeden şöyle desek mesela; "Rijkaard yerinde Mourinho olsa n'apardı?"   İngiltere-İtalya arası yolcuğunda, iki farklı ülkede bambaşka şartları oluşturmuş ve muktedir olmuş olması, Mourinho'yu bu açıdan çok özel ve saygı duyulası bir konuma sokuyor haliyle. Gerçekten de hem sosyal anlamda, hem futbol anlamında, hem de medya bazında çok farklı bir kültüre geçip başarıyı yakaladı, ki aynı şeyi İspanya'da gerçekleştirmesi de kuvvetle muhtemel.  Mourinho'nun İtalya'da yaşadığı şiddetli medya baskısını düşünürsek, bu durum başarısını daha da değerli kılıyor. Bu açıdan İtalya da gayet güzel bir örnektir, kıyas yapmamız için.

Peki İtalya ve Türkiye arasındaki tüm bu benzerliklerin yanında, fark nedir? Ve neden Mourinho aynı koşulları Türkiye'de oluşturamaz? Bunun cevabı çok da basit değil aslında, çünkü teoride adı konmamış ayrıntılar gizli. Mourinho'nun bana göre en büyük başarısı, takımı üzerine dışardan gelen tüm nefreti ve negatif enerjiyi emmek ve kendi takımını, oyuncularını, yarattığı özel alanda koruma altına alabilmesi.  Dolayısıyla tüm bu baskı ve negatif durumu sahaya pozitif olarak yansıtabiliyor. Bugün Mourinho'yu ne kadar seven varsa, bir o kadar da nefret eden vardır futbolseverler arasında kuşkusuz. Ama bir gerçek hiç değişmez, çalıştırdığı  futbolcular o'na koşulsuz bir saygı duyarlar ve sahiplenirler. Çünkü Mourinho, karizmasını  enternasyonel normlarda kullanabilen bir adamdır, evrensel bir dili vardır, ayrıntı da burda gizli. Bu bağlamda, ne İtalya macerası, ne İngiltere serüveni, ne de İspanya, Mourinho'yu yerelleştirmez aslında. Bu ülkelerin tümünün farklı kültürlerinin yanında, aynı zamanda başarıya giden uluslararası bir "kodu" da mevcuttur ve Mourinho'nun olayı bu kodları çözme konusundaki ustalığı zaten. "Rijkaard İtalya'da bunu yapamaz ve böylesine bir form geçişi sağlayamazdı" fikrine katılabilirim. Son derece mantıklı bir önermedir bu.Ve lakin...

Başa dönersek, işte sorun tam da burda başlıyor. Türkiye'de hali hazırda dışarıya açılan böyle bir kod mevcut değil. Siz ismi cismi kim olursa olsun bir teknik direktör getiriyorsunuz; ve o her koşulda, her şartta bir "yabancı" olarak kalıyor. Hal böyle olunca, profesyonel anlamda işler iyi de gitse, hatta oyuncu-hoca arası bir takım "günlük" bağlar da kurulsa, aslında bu "yabancı" hep dışarda kalıyor, birşeylerin çok dışında. Gündelik hayatın, absürdlüğün, daha da önemlisi medyanın. İşler kötüye gittiğinde de haliyle bu yabancılık, kriz yönetmeye yönelik bir sonuç yaratamıyor, zira ortadaki krizi sağlıklı bir şekilde tespit edebilme ortamı hazırlanmamış.

Örneğin Mourinho, İtalya'da üst düzey bir yayın yönetmeni ile yaşadığı krizi bu bağlamda olumlu yöne bile çevirmekte sıkıntı çekmiyor. Türkiye'de bu bağı 'negatif' anlamda bile kurmasına imkan yok, çünkü ortada varolan, bahsettiğimiz o 'evrensel' diyalog mevcut değil. Burda, bloglarda, defalarca insani açıdan değinilmiş bir konu vardır. Del Bosque'ye "kasap", Lucescu'ya "çeribaşı" , Rijkaard'a "Surinamlı zenci" gibi yakıştırmaları biz hep "insani" yönden ele aldık. Ve fakat olayı daha profesyonel zemine taşıdığımızda; bir yorumcu böyle bir söylemde bulunduğunda, lafı söylediği kişi ve yorumcu arasında aslında hiçbir çatışma noktası da yok. Yani bahsettiğimiz karşılıklı "negatif"  etkileşim de söz konusu değil. Hatta öyle ki, Del Bosque kendisine söylenen bu laftan hala bihaber bile olabilir. Dolayısıyla, Ahmet Çakar Gerets için "adam değil" tespitinde bulunduğunda, bunun ahlaki yönden kusurunu konuşmaktan ziyade, olayın ciddi hukuki boyutunu konuşmak kimsenin aklından bile geçmiyor bu yerel fanus içinde. Ota boka bildiri yayınlayan kulüplerin, bugüne kadar bu konuda hiçbir hukuki girişim başlatmamış olması düşündürücü değil midir?

Hal böyle olunca,  bu kısırlık futbolcu-hoca arasındaki diyaloğa da ister istemez yansıyor.. Oyuncu, bir gece önce kendisine destursuz sallanan ve bundan bihaber olan hocasına daha da yabancılaşıyor. Çünkü eninde sonunda Sultanahmet'te fotoğraf çeken turistten farkı kalmıyor o adamın.. Dil bilmiyorlar, iş ahlakı konusunda zaten köşeleri gayet 'yuvarlak' bir düzen içinde çalışıyorlar. Bunun üstüne bir de ülke şartlarının absürd pompaları devreye girince, saygı ve güven konusunda bir adım atmak imkansız hale geliyor. Bu açıdan Türkiye futbol dünyasına baktığımızda 'evrensel' olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ve lakin esas problem, "yerel" dahi olmayışıdır. Yerel tanımı bu aşamada İran için çok geçerli olabilir. Oysa Türkiye için söyleyebileceğimiz en iyi şey derin bir "yozluk" olabilir sadece. Futbolcu en iyi arabalara biner, en iyi standartlarda, en yüksek imtiyazlarla yaşar;  lakin bu resimle sahaya koyduğu değer arasında ciddi bir tezatlık vardır.. Bu kadar futbola meraklı , nüfuslu ve futbolcusu olan bir ülkede, bu kadar az oyuncunun avrupa liglerinde oynaması, oynayanların da pek azının başarı sağlamış olmasının sebebi budur.

Tüm bu şartlarda, yabancı bir hocanın bu ülkedeki başarısı, kendi erkliğini kabul ettirme yetisine değil, varolanı kabullenmesine ve burdan ekmek çıkarabilmesine bağlı. Lucescu'nun bu ülkede yaşadığı başarılar, bu kabullenmenin getirdiği başarılardır. Zira Lucescu, ne varolan bu yozluğu kendi değiştirmeye çalıştı, ne de bunun değişmesi için taleplerde bulundu. Onun yaptığı, araziye uymaktı ve bunu da gayet iyi başardı. 100 senedir gelip giden tonla teknik direktör arasında,  Lucescu bu ülkenin "Sacchi" si olduysa ve hala o'nun ismi anılıyorsa, bunun sebebini anlamak da zor değil. Lucescu "turist" olduğunu hep biliyordu, planlarını da buna göre yaptı çünkü..

Rijkaard'ın hem Mourinho'dan, hem de Lucescu'dan ayrı bir yerde değerlendirilmesi gerektiğini, hatalarını, acemiliklerini ve "temelde" Cruyff-Sacchi orjinli futbol anlayışının farklı kültürlerde ne kadar  sıkıntı çektiği konusundaki kritiklere katılmak gerek. Bu doğru. Ve lakin Türkiye içinde yaşanan problemler bunun çok ötesinde ve ciddidir. Önce bunu çözmemiz gerektiğini düşünüyorum.
www.tips-fb.com

9 izleyici sahaya girdi:

Borges dedi ki...

Bir de şöyle bir açı var: Mourinho ve Van Gaal içerisinde yaşadığı toplumu kendisine doğru bazen bilinçli bazen de 'kibirinden' dolayı kendiliğinden kışkırtıyor. Türküye'de 'yabancı' ya da 'farklı' olarak algılanma durumunu onlar gittiği her yerde bilinçli olarak başarıyor. Van Gaal sıklıkla kendisini diğer tüm antrenörlerden ayırır. Misal bir sakatlık olduğunda bu 2 hafta der ama benim takımımda daha uzundur. Benim çalışma stilim diğerlerinin hepsinden daha farklıdır.. Bu özgüven bu kibir ülkede aynı şekilde Fatih Terim'de de vardı.

Bu gibi adamlar her türlü kaos ve kendisine karşı olma durumları karşısında daha çok ve daha iyi performans sağlarlar.. Olmadıkları zaman aksine 'başarısız' olurlar Terim'in ikinci dönemi gibi.

Bunların dışında:

Rijkaard, Skibbe ya da Klopp.. Bunlar teknik adamlığın dışına çalıştığı kluplerde çıkmamış insanlardır. Barça ya da Leverkusen gibi son derece profesyonel bir şekilde yönetilen klupler içerisinde tecrübe kazanmıştır. Olmayan tecrübeyi buraya akıtmak zordur. Tam aksi yönde Terim,Magath gibi işadamlarını dıştalayacak şekilde futbola sadece teknik adamlık olarak değil yönetim biçimi olarak bakanlar bugün Türk Kluplerinin ihtiyacıdır çünkü özelde klupler transfer harici bir eylemi olmayan futbol dışı insanlar tarafından yönetiliyor sadece Rijkaard Klopp gibi teknik adama değil yönetici vasfı olanlara da ihtiyaçları var gibi..

Pan Monroe dedi ki...

@borges

tamam buna ben de katılıyorum, ama Terim'in bu yönetme metodunu Milan'da denediğini ve nasıl çuvalladığını da biliyoruz. Benim kişisel kanım da bu noktada şöyle; Terim bunu Türkiye dışında hiçbiryerde uygulayamaz, Van Gaal ise Türkiye dışında belki de heryerde uygular.

Van Gaal'in ve Mourinho'nun baskı karşısında performanslarının arttığı tabi ki doğru, ve lakin Türkiye'de bu baskı ortamı da birebir oluşmuyor hoca-medya arasında.Biz bunu bile sunmuyoruz. Van Gaal'in Türkçe öğrenmesi, mesaisi dışında tüm vaktini spor medyasını takip ederek geçirmesi, daha da ötesi Türkleşmesi gerekir ki ortaya bir "kaos" ortamı çıksın. Zira Terim'in yöntemleri çok farklıdır ve haliyle ifadesi de farklıdır. Yeri gelir babacan olur, yeri gelir en kral manipülasyon ve duygu sömürüsünü yapar,hiç bahaneye sığınmıyormuş gibi yapıp 40 tane bahane sıralar. Terim'in otoritesi akılcı değil duygusal bir yöntem, hatta çoğu kez komiktir, ama Türk'tür, ve işe yarar. Van Gaal herşey olabilir ama "bu" olamaz bana göre.

Ben öncelikli olarak bu ülkeye bir futbol kültürü gerektiğini, yöneticilikten ziyade 'öğretmen' hocalara ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Ha bu Rijkaard olmayabilir, onda da ısrarcı değilim. Fakat bu zemini hazırlamadıktan sonra, Mourinho-Van Gaal-Magath'tan kurulu bir heyet gelse biz kepaze ederiz onları da burda. O konuda hiç şüphem yok.

fazıl dedi ki...

@Pan Monroe "Türkiye içinde yaşanan problemler bunun çok ötesinde ve ciddidir. Önce bunu çözmemiz gerektiğini düşünüyorum."

Ne kadar güzel yazmışsın sevgili kardeşim.Tümüne katılıyorum.

Belki bir iki küçük katkıda bulunabilirim:

1 - "Peki İtalya ve Türkiye arasındaki tüm bu benzerliklerin yanında, fark nedir? "..Akdeniz'den kaynaklanan bazı benzerlikler bulunsa da (Sazanlık-Esmerlik-zamparalık..vs) aslında aramızda "Uçurumlar" var İtalya ile .Kısaca birkaçı şöyle (yaşım , yaşadıklarım ve geçmişm dolayısı ile affına sığınıyorum..)

a - İtalya Roma İmparatorluğunun ürünü..( Osmanlıya karşı )
b - Rönesans'ın evi,kaynağı,beşiği.Doğumun ANA'sı.

c - Hristiyan Dini'nin dünyaya yayılmasının lideri , sebebi ve merkezi.Dinler birer sosyal yaşam rehberi ve ahlak sistemidir.(Karşılaştırma yapmıyorum , çünki 3 aşağı,5 yukarı hepsi aynıdır..)Ancak , Rijkaard ve Mourinho da aynı okulun , dünyanın , geleneğin bireyleri . Biz değiliz.Bizim okul başka..O ayrı bir konu.

d - "Lucescu "turist-Onun yaptığı, araziye uymaktı " örneğine bir başka güzel ve doğru örnek de "Kaşar" Daum olabilir..Türkiye'nin ekmeğini ondan daha güzel ve başarılı yiyen herhalde olmamıştır..Nedense burada da ister istemez geçmişimize gidiyorum.Bizim oldum olası bir "Alman" tutkumuz vardır Neden bilemiyorum..Enver-İttihat-terakki-Goben/Breslau-Tanzimat- I.Dünya Harbi vs..vs..Daha kolay veriyoruz Almanlara (!)

e - GS da aslında en tutarlı ve devrimsel sıçramasını "Derwall" Zamanında yapmadı mı ?
O zamaki yönetim de İttihat Terakki gibi tam teslim oldu Derwall'e.Nedense Hollanda'lıya olamıyor .

f - Hollanda'lı (isterse Surinam asıllı olsun-İsterse Rotterdam,Amsterdam ) bütün Avrupa'yı ve Dünya'yı "snobize" eder.Kendilerini tüm ülke halklarından üstün görür ve politik davranıp eğilip bükülme yapmaz.Bunları bilerek söylüyorum. Bu kadar küçük ve kötü topraklarda yaşayan bu kadar küçücük nüfusun durumuna bak..
Dünyanın en sömürgeci ülkesi , en büyük şirketlerinin de sahibi..(Phillips,Unilever,Bp,Elmas,İlaç işi vs..) DNA'ları böyle..(Kraliçenin rica etmesine rağmen J.Cruyf milli takımı bırakma kararını değiştirmemişti).Surinamlı da olsa bizimki de neticede Hollanda'lı.İşlerini iyi yaparlar ama esnemezler.Bu da bize ne kadar uyar bilemem..En azından şu anki yöneticilerimize ne kadar uyar ?(Uymazzz)

g - Mourinho , Abramovic'den bu yana hep isteklerini kabul ettirdi..Kimi isterse aldı kadrosunu kurdu ve muhtemel başarısızlının mazeretlerini de baştan yok etti.Böyle olunca işler başka oluyor tabii kendi açışından..Ayrıca çok özel biri , herzaman gelmez , başkalarına da benzemiyor ...Fantazi yapalım:Bize gelse birinci ayında "rakı masasına meze" yaparız . En iyi yaptığımız iş olarak..(TV leri hayal edebiliyormusun?)

h - Şunu anlayabilirim : Spor yapıyorsan , yenilmek oyunun kurallarından biri..Şirket idare ediyorsan : Her yıl dünyaları kazanmayabilir,zarar bile edebilirsin.Hakem isen hata yapabilirsin , mal alıyorsan aldanabilirsin vs...vs..

i - Şunu anlamakta zorlanıyorum :Ülke olarak hiç bir kalıcı ve geniş bir yelpazeye dağılmış ( Branş olarak) evrensel başarımız yok iken niçin hala kendimizi (bir bok sanıyoruz) olduğumuzun üstünde görüyoruz . Bu bir hastalık,gen bozukluğu falan mı ? Spor'da böyle,resimde böyle,Müzikte böyle,Balede böyle,Moda'da böyle,Edebiyat,Heykel,Denizcilik..say say bitmez..Böylece aradan tesadüfen bir başarı çıkınca da deli gibi de seviniyoruz.Buna literatürde "Palyatif başarılar" deniyor.

Bir rüyada yaşıyoruz sanki . Uyanınca gerçek hayatımıza bakınca,"Rüyanın devamını" diliyoruz siddetle ve dayanılmaz bir arzuyla ...

Biraz karamsar oldu galiba ama .sen de.."Bunun cevabı çok da basit değil aslında, çünkü teoride adı konmamış ayrıntılar gizli..." demişsin zaten . Ben de ateşe benzin sıktım.

Güzel , zengin ve anlamlı yazın için çok teşekkür ederim.

Pan Monroe dedi ki...

@fazıl

abi aslına bakarsan, neredeyse benim açık kapı olarak bıraktığım herşeyi tanımlamışsın. Din konusuna özellikle girmedim, lüzumsuz polemik yaşamamak için, ama 'sebepler' listesinin başına bu olgunun yazılması gerektiği yadsınmaz bir gerçek. Bu açıdan da Türkiye'nin ne kadar akdeniz ülkesi olduğu tartışılır haliyle. Ve lakin işleri daha da zorlaştıran, ortadoğu ülkesi de olmayışıdır. Türkiye Türkiye'dir. başka da bir tanımı yok.

":Ülke olarak hiç bir kalıcı ve geniş bir yelpazeye dağılmış ( Branş olarak) evrensel başarımız yok iken niçin hala kendimizi (bir bok sanıyoruz)"

Bu konu da çelişkilerle doludur esasen. Ben Türkiye'yi bu açıdan "manik depresif" bir ülke olarak tanımlayabilirim. Kendini aynı anda hem tanrı, hem de bir "hiç" gibi gören bir milletiz biz sanırım. "Avrupa basınında bizim için ne dediler" temalı bir gazete çıkarsam, sağlam tiraj yapardım kesin.

"Türk gibi güçlüydü.!" "Platini futbolumuza hayran kaldı" falan filan.

Problem de bu. Bir takım eksikliklerle yüzleşmek ve akılcılıkla tamir etmek yerine, tümden bunları yoksaymak, kendi içine kapanmak, ve o kapandığı yerde de kendi krallığını kurmak. Gelene gidene durmadan sallıyorsak,her gelene birşey öğretmeye kalkıyorsak, bunun sebebi budur heralde.

fazıl dedi ki...

@pan

" yüzleşmek ve akılcılıkla tamir etmek yerine, tümden bunları yoksaymak, kendi içine kapanmak, ve o kapandığı yerde de kendi krallığını kurmak.."

İşte tam da "Rüya"yı tarif etmişsin.Uykuya dalacaksın ki rüya görebilesin :) Yorganın altında ,ne istersen olursun , kral da... Sanal Alem..Kaçamadığın gerçek mutlaka uyanmak zorunda olduğundur . Depresyon da tam o sırada başlıyor tabii.

fazıl dedi ki...

Sevgili Pan : Bülent Timurlenk (Balzamik Sirke:Aceto Balsamico)Bolg'una ilginç bir Rijkkaad yazısı koymuş.."6,5 Yıl Önce Rijkaard"
Helal olsun ..Hekeze tavsiye ederim.Nasıl da buluyorlar bunları ? Müthiş Arşiv-Araştırma ürünü.Cümle aleme kapak olur...Boşuna dememişler "Bilgi en büyük Güçtür" diye.

AslanlıYol dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
AslanlıYol dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
AslanlıYol dedi ki...

@ Pan

Ellerine sağlık usta, tadından yenmez bir çözümleme örneği!

Yorum yazmıştım ama uzun olduğundan yayınlanmadı sanarak yazıyı post edeyim dedim. Meğer uyarıya rağmen yorum yayınlanmış, her neyse blog ortamlarında pek tecrübeli değilim henüz :) benim naçizane yorumlarım anasayfamızda..

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi söylemekten çekinmeyin.

 

Copyright 2010 Kalender Libero.

Theme by WordpressCenter.com.
Blogger Template by Beta Templates.