Aslında Hakan'ı tek başına konuşmak da yersiz olur. Eğer bir yerde ondan bahsediyorsanız mutlaka şu ebedi müsellesi de kurmak lazım; Sermet-Gökhan-Hakan. Yani açarsak; Baba - başarısız evlat + başarılı evlat = Sermet Şükür. Hakan hiçbirzaman birey olamadı bu ülkede. Başarılı bir sporcu için sanırım en zoru da bu. Oturup da defalarca dillendirilen "cemaat" konularına girmek istemiyorum, ama ordaki özet de aslında bu birey olamamanın verdiği sosyal boşluktan doğuyor bana kalırsa.
Bu tarz makaleler, genelde mesleki kariyere övgüyle başlanır, ardından da "ama" ile başlayan esas meseleye gelinir. Hele bu kadar tabu bir isimse. Ben kestirmeden şunu söylemek istiyorum; Hakan Şükür bu ülkenin görüp görebileceği en büyük futbolcudur, hatta en büyük sporculardan biridir. Bunun üstüne oturup tartışmanın bile gereksiz olduğunu düşünüyorum. Hatta Hakan'la ilgili yazarken duygularım o kadar karışıktır ki, taraftarı olduğum takıma yaptığı katkılar ve bana yaşattığı sevinçleri düşününce bazen görmezden gelmek istiyorum yaptıklarını. Lakin arkadaş, hayal kırıklığı üstüne hayal kırıklığı...
Hakan bütün başarılarını hakederek kazandı,çok çalıştı. Ama bu ülkede her çok çalışan ve hakeden insanın başarılı olma garantisinin olmadığı,hatta bunun düşük olduğu gerçeğini hesaba katarsak, şanslıydı da. Bu şans da pek tabi ki Galatasaray'dı. Bu emek veren-patron arasındaki denge unsurlarını deşmeye gerek yok. Nihayetinde burda büyük paralardan bahsediyorsak; bunu karlı bir alışveriş olarak görebiliriz. Basitçe, Hakan goller attı, kupalara katkı sağladı, kulübün büyümesinde payı oldu, kulüp de ona düzenli olarak "servet" şeklinde maaşlar ödedi. Herkes de mutluydu. Şimdi burda devam etmeden önce, size 1 alıntı sunmak istiyorum;
Manchester United'ın efsane kaptanı Roy Keane; 2005 senesinde oynanan ve M.Brough karşısında 4-1 kaybedilen maçtan sonra kulübün resmi kanalından Ferguson'a ve bir kaç oyuncuya, artı oturarak maç izleyen United taraftarına verdi veriştirdi. Ferguson bunu yayınlatmayınca hızını alamadı, gitti başka bir ulusal kanala aynı açıklamaları yaptı.. Sonucunda da kulüpten gönderildi, sözleşmesi anında feshedildi.. Roy Keane'in bir hafta sonra yaptığı açıklama şu;
"Böyle muhteşen bir kulüpten ve menajerden ayrıldığım için üzgünüm ama artık benim için buradan gitme zamanı gelmişti.."
Roy Keane sadece takımının sürekli düşmesinin ve yeterince mücadele etmemesinin öfkesini yaşamış ve sivri dilini tutamamıştı. Kulüp bu sembol olmuş kaptanın biletini hemen kesti.Ordan Celtic'e giden Keane,bikaç ay sonra, 34 yaşında futbolu bıraktı ve jübilesi Celtic-Man. United maçıyla yapıldı. Ve o tarihten bu yana en ufak bir polemik dahi olmadı..
Hagi meselesi ve sonrası..
Belki de Hagi'nin yaşadığı durumlar,taraftarın kalbinde en büyük yaralarından biridir.Bunu iki döneme ayırıp bakarsak, futbolculuğundan başlayalım . Hagi futbolu 36 yaşında bıraktı. Üstelik devam etmesini isterlerken, kendi isteğiyle bıraktı. Hagi'ye jübile teklif edilmedi. Bir spor müdürü için bundan güzel malzeme olmaz. Gittiler adamı buldular. Jübile konusunu sordular. Diyalog aşağı yukarı şu şekilde gerçekleşti;
X TV Muhabiri: Hagi sana jübile teklif edilmedi, bu konuda ne söylemek istersin?
Hagi: Ben zaten jübilemi yaptım.
Muhabir: Ama o Romanya'daydı. Galatasaray'ın da sana jübile yapması gerekmez miydi?
Hagi: Gerekir miydi?
Muhabir: Sonuçta bu bir vefa belirtisi, bundan dolayı Galatasaray'a bir kırgınlığın var mı?
Hagi: Hayır yok. Olsa bile bu beni ilgilendirir. Ben Galatasarayı çok seviyorum.
Ve bu konu kapandı bitti. O günden bu güne Hagi'nin tek laf ettiğini duymadık..
Bir de işin ikinci perdesi, yani teknik direktör Hagi kısmı var ki; jübile meselesi bunun yanında son derece önemsizdir. Hagi'ye yapılan ayıplar, bugünkü çoğu zırvalığın da zeminini hazırladı zaten.Bana göre bu olayları Hagi için tek bir başlık altında toplamamak bile ayıp, ama o kadar birbirine bağlı işler ki. Başta Ergun Gürsoy olmak üzere, dönemin "işbilir" kadrosu tarafından çok hırpalandı Hagi. Bundaki en büyük iki sebep de şuydu; 1- Bu adamların yaptığı işlere göz yummayıp her türlü tepkiyi cesurca koyması.. 2- Uefa dönemi kadrosu papazlarının, başta Şükür olmak üzere Ergun Gürsoy babalarının himayesi altına alınmasıydı. Hagi tüm bunlara aynı kararlılıkla direnmeye devam etti ve Terim sonrası enkaz halinde devraldığı takımı da günden güne iyi gidiyor, başarılı sonuçlar alıyordu. Ki tüm bunların içinde yine birileri Petre'yi yuhlatmış,Hagi'ye gözdağları verilmiş,yollar öyle aşılmıştı.Galatasaray o sezon, Fenerbahçeye deplasmanda 1-0 yenildiği maç dışında bütün derbileri kazandı.Kupa finalinde meşhur 5-1 geldi, ezeli rakibine karşı. Derken yine bizim uefa kahramanlarında hareketlenmeler, homurdanmalar başladı. Takım son haftalara girildikçe hızla düşüşe geçti.
Hagi'yi canından çok seven taraftarın bir bölümü, tamamen "duygusal" olarak Hagi'ye tepki koymaya başladı. Hagi'ye sahip çıkan kesim ivedilikle susturuldu ve safdışı bırakıldı, "Hırsız Hagi" ayıbına kadar tırmandı işler.Hagi dayanamadı ve istifasını verdi. Tüm bunlar yaşanırken arkada ellerini ovuşturan yöneticiler vardı kulübün içinde, bilin bakalım kimdi onlar?
İşte yazının başında Hakan'ın "birey" olamaması ve himaye kültürüne yatkınlığından bahsederken, bunun en güzel örneklerinden biri de bahsettiğimiz güzide yöneticidir.. Fatih Akyel'in Fenerbahçe'den geri alınması gündemdeyken; tribünlerde buna tepki veren taraftarı, aynı taraftar grubunun içinden adamları "ikna" ederek (!) zorbalıkla susturabilecek kadar usta ! bir adamdır bu şahıs. Yememiştir içmemiştir, evlatlarına adamıştır varlığını. Galatasarayda hep söylenen "kol kırılır yen içinde kalınır" mantığı aslında bu kulübü alçıya alan grupları da gözümüzün önüne seriyor. Hakan Şükür Inter'e gittiğinde, Galatasaray bu kulüple fifalık oldu. 1 sene sonra aynı şeyi Okan-Emre ikilisiyle yaşadı. Ardından ailenin haşarı çocuğu Ünsal paşa "Ben avrupada oynuycam yaa" dedi. Hay hay evladım dendi bedava yollandı. Fatih Akyel durur mu? O da sefere karar verdi, o da bedava yollandı. Mesela tüm bunlar olurken bozuk para gibi harcanan bir Capone var. E kimse demedi "bu adamın onca katkısından sonra böyle kovulması reva mıdır?" diye.. Doğru ya, Capone marabaydı zaten. Ne de olsa yabancı.
Bu 1. Round. Gelelim 2. Round'a ; Hakan Şükür yönetimi ikiye bölerek geri alındı. Hakan Ünsal da canı sıkılınca geri döndü. Mallorca bedava aldığı Fatih Akyel için para isteyince haliyle geri alınmadı. Buna çok içerleyen (!) Fatih Fenere gitti. En doğal hakkıdır, profesyoneldir. Eski takımıyla ilk yaptığı maçta eski kaptanının boğazına da sarıldı, sahada olur böyle şeyler, o da normaldir. Sonra Fenerbahçe de Akyel'i yollayınca, yine malum yöneticimiz tarafından ısrarla alınmak istendi.Camiadaki tepkilerden alınamadı. Bu sefer Okan yeniden galatasaraya geldi.O bu arayı fener değil beşitaşta geçirdiği için daha rahat bir dönüş yaşadı. Geriye bir tek Emre kaldı. Ona da kulübün parası yetmedi. Yetse, 20 yaşında kulübü parmağında oynatıp bedava giden,üstüne dönem içindeki başkanına sallayan çocuk da geri dönecekti. Galatasaray taraftarı tüm bunlar için tepki göstermeyi aklından geçirmedi, ama aynı adam profesyonellik gereği gidip Fenerbahçe'ye imza atınca birden düşman oldu. Türkiye'nin dinamikleri mükemmel işliyor. Aslında bu paragraftaki tek bir örnek bile, bir kulübün değerlerini kaybetmesini ve ciddi boyutta tutarsızlığını özetlemeye yetecekken, hepsi birden oluyor. ( ve tüm bunlar 4-5 sene gibi bir zaman dilimi içinde gerçekleşiyor)
O günden bu güne uzanan süreçte, idari anlamda yaşanan ciddi sorunlar bellidir. Kısa vadeyi kurtarma adına bu oyunculara ve üstüne yeni eklenen yerlilere verilen tavizlerde de başrolde hep aynı isim vardı: Hakan Şükür. Kendini "kulüp üstü" olarak gören bu oyuncular için yönetiminin ürettiği formüller de içler acısı.'Hakan Şükür'ü tabulaştıralım, diğerlerini de yavaş yavaş uzaklaştıralım' felsefesi, bu geç kalınmış idari müdahele sorununa bir de tüy dikti. Artık hepsi "nazo gelinler" kategorisine kolaylıkla girecek bu oyuncuları tatmin etmenin mümkünatı yoktu. Jübile geç teklif edildi diye kaçıp küsen mi ararsın, jübile istemeyip küsen mi ararsın, "gönderiliş şekli" ne bozulan mı ararsın, hepsi birer yeni geline dönüşüp spor medyasının dört bir köşesine dağıldılar haliyle. İşin en rahatsız edici tarafı da, bu adamların sürekli üstü kapalı konuşuyor olmaları.
Yani ne Roy Keane, ne de Hagi gibi net, somut bir tepki veremeyen adamlar.. Ne susuyorlar, ne de somut bişey söylüyorlar. Sadece ucuz bir kinaye alışkanlığı, en çok da Türk insanına özgü."Avrupa kupası aldık biz kardeşim. Ne zaman bırakacağımıza biz karar vermeliydik, hocaları da biz seçmeliydik,hatta kulübün armasına vesikalıklarımız konulmalıydı" deseler tepki çekecekleri için, "gönderiliş şeklimiz yanlıştı" diyorlar. "haksızlığa uğradık" diyorlar.. Ne güzel şey. Bir de galatasaraya "tarafsız yorumcu" olarak birer birer sallarken, başvurdukları ucuz şovenizm , zaten eskiden kalma bir alışkanlığın mirası. Türkiye'de yabancılara çok değer verildiği fikrine milleti o kadar inandırmışlar ki senelerdir, şimdi buna kendileri de inanıyorlar aslında. Halbuki bugün bu kadar sallarken "Ulan biz o kadar gittik geldik,sefa sürdük, bu Capone'ye ne oldu?" diye de soracak zeka, sorgulama kırıntısı zaten yok. Ki çoğundan da fazla katkısı vardır Brezilyalı'nın.
Son olarak, Hakan'ı ne olursa olsun diğerlerinden ayrı tutmak istiyorum. Tabu olduğu için değil, profesyonel anlamda baksak, aldığı paranın karşılığını sonuna kadar vermiştir zira. Dünya üzerinde birçok yıldızın türlü türlü kaprisini gülerek takip ettiğimizi varsayarsak, Hakan'ı linç etmek insafsızlık olur. Bunun yanında kendine göre iyi bir galatasaraylı da olabilir,bunu tartışmak istemiyorum.Üstelik koşullarına göre değerlendirdiğimizde Hakan'ın bu noktaya gelmesinde pek çok dış etken mevcut.Bugün isim vermeden Haldun Üstünel'i, Adnan Sezgin'i restoran restoran gezip yerli oyuncuların kuyusun kazmakla itham ediyorsa,geçmişte alıştığı Ergun Gürsoy minvalinde babacan ! yönetici tipi örneği,bunda büyük sebeptir. Fakat benim Hakan'da bozulduğum şey, bitmek tükenmek bilmeyen küskünlük hali.96 da da böyle 2006 da da böyle. Bildim bileli aynıdır. Torino'ya gitti geldi küstü. Haftalarca gol atamadığı bir dönem oldu, kulüp hep arkasında durdu. Hakan yine küstü. Hakan 90ların ortasında Fenerbahçe'de oynuyor olsaydı, büyük ihtimalle Aykut kadar kariyeri olmayacaktı.Tabi bunu bilemeyiz. Inter münasebetinden sonra geri alınıp tekrar tabulaştırılmasına da bir itirazım yok. Hakan'ın en büyük kusuru; bu kadar akıcı ve düzgün konuşan ender futbolculardan biri olmasına karşın, özünde hiçbirşey söylemiyor olmasıdır.Yani onca kinayeli,onca sitemkar lafı istikrarlı bir şekilde söyleyip de, derdini anlatamaması,bir de kendinden bahsederken 15 yıldır sürekli "2. Çoğul şahıs" kullanması;
X TV Muhabiri: Hakan, ayrılmanla ilgili çok polemik yapıldı. Jübileyi de kabul etmedin, neler söyleyeceksin?
Hakan Şükür: Eeee.. Tabi ki kırgınlıklarınız oluyor, küskünlükleriniz oluyor. Sonuçta kulübe senelerce hizmet etmiş bir oyuncusunuz. Size yapılan bazı yanlışları hazmedemiyorsunuz, ama bunu Galatasaray sevginizden içinize atıyosunuz. Taraftar bunları anlayacaktır.
Eeeh be usta! Ne derdin varsa açık açık bi deyiver de bilelim. Paranı mı vermediler? Selamını mı almadılar?
Korumalara mı dövdürttüler? Nedir derdin bi kere net ol hayatında, ya da sus.. Nedir derdir?
Nedir ulan derdiniz?? Bi kupa getirdiniz, hocasından yedeğine kadar burnumuzdan getirdiniz..
4 izleyici sahaya girdi:
Hakan Şükür ve Hakan Ünsal, son dönemde bu listeye Hasan Şaş da katıldı. Bunlar istiyorlar ki GS kendi at oynatabilecekleri bir çiftlik olsun. Böyle şeyler fenerde olmuyor nedense. Sanırım cesaret edemiyorlar. Bizimkiler ise her fırsatta yönetime sallıyorlar. Haklı da olabilirler bazı konularda ama niyetleri iyi olmadığı için samimi gelmiyorlar.
Ersel öncelikle hayırlı olsun yeni blogun. Her zamanki gibi akıcı bir dille yakın tarihe ışık tutan güzel bir yazı, ellerine sağlık. Artık buralardayım :)
Kupanın bizi ciddi anlamda geriye götürdüğünü düşünüyorum. Beklentiler yükselirken, hedefler gerçekçilikten sürekli uzaklaştı. Sıfırdan başlamamız gerektiğini bir türlü anlayamadık ve içten içe bölündük. Sahip olduklarımız bizi görmüş geçirmiş, olgun bir camia yapacakken, kendi başarımızı sindirememenin, başarıyı getiren unsurları iyi tespit edememiş olmanın sıkıntılarını hala yaşıyoruz. Hele ki evladımız dediklerimizin yeni "abi"lere dönüştüğünü görmek daha da korkutucu. Bu anlamda Rijkaard gerçek bir devrim, içinde bulunduğumuz döngüden çıkmak için bir ışık. Ona sabredersek idari anlamda değiştiğimizin bir göstergesi olacak benim için. O, sahadaki her türlü dizilişten öte bir değer. Ve onu da öğütürsek, "böyle büyük camialar her zaman ayağa kalkmasını bilirler" klişesini kullanmak yerine, şafak karanlık derim..
@ AslanlıYol
dostum öncelikle teşekkür ederim. Zaten sana da yazacaktım, sen önce davranmışsın :) Söylediklerine harfi harfine katılıyorum. Ama burdaki temel soru: yönetimin gerçekten ne istediği? Tamam "devrim" diyorlar, "sabır" diyorlar lakin, acaba sadece bu seneki başarısızlığa kılıf uyduracak zamanı mı kazanmaya çalışıyorlar?Bu çok önemli.
Çünkü "Türkiye'nin gerçekleri" diye bir olay malesef ki hakkaten var. Arda'nın gözümüzün önünde geldiği noktaya bakmak lazım.Bazen Arda'ya kızıyorum, ama sonra düşünüyorum; Bu çocuk hakkaten ne yapabilir ki? Yanında kel, kurtlar vadisi tipli elemanlar geziyor, sürekli peşinde bir tayfa var. Başkanı pohpohlayıp her türlü tavrına göz yumuyor. Ya, hiç unutmuyorum, Rooney daha yeni yeni parlıyordu. Bir gazeteci çocuğu övdü diye Ferguson dövüyordu adamı nerdeyse, "bu yaşta adam böyle övülür mü?" diye.
Keşke bıraksaydık da Arda'nın Metin Oktay olup olmayacağına yıllar karar verseydi. Çocuk da sadece topunu oynasaydı..
Söylediklerinin üstüne az önce ajanslara düşen haber de tuz biber ekti, Caner'in dudağını patlatmış Kaptan! Bu çocuğun psikolojisi epey bozuldu, sanırım Rooney gibi öfke yönetimi seanslarına falan katılması lazım.
İşin diğer bir boyutu ise, yıllardır şampiyonluk hedefinden biraz uzaklaşıldığında camia olarak motivasyonumuzu tamamen kaybetmemiz. Şu ekonomik koşullarda lig ikinciliği hayati önem taşırken ve bu hedefin yalnızca bir-iki maç uzağındayken, birlik olacakken ele güne sürekli yeni malzeme yaratıyoruz.
Dediğin gibi keşke zamana bıraksalardı Arda'nın ne olup olamayacağını. Bu işler birinin seni sör ilan etmesiyle olmuyor, önemli olan takım içinde herkesin benimsediği, kabullendiği bir "doğal lider" olarak sivrilebilmek. Şu an buna en yakın profili Neill çiziyor sanırım, devamlılığı olsa Kewell da kuvvetli bir aday olurdu.
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi söylemekten çekinmeyin.