19 Ağustos 2010 Perşembe



Geçen yılki Eskişehir maçındaki rezilliği gördüğümde tamamen anlamıştım Galatasaray’daki sorunun “x çıksa y girse, a satılsa b alınsa, dört üç üç mü, dört dört iki mi, pas futbolu mu topu şişirmece mi”den öte olduğunu. Neresinden başlayacağımı bilemediğimden içimden gelmedi yazmak, ne karalasam istediğim gibi anlatamayacaktım sanki. Hâlâ kafamda onlarca başlık uçuşurken bunları alt alta sıralamanın bile iyi bir başlangıç olacağını düşündüm ama bunu da yapamayacağım, aklıma geldiği gibi yazıcam idare edin.


Hakikaten güzel bir dille, akıcı bir şekilde yazılan birçok blog var takip ettiğim. Hepsi de Galatasaray’ı hayatlarının büyük, vazgeçilmez, yerine konmaz bir parçası haline getirmiş kişilerin. Kimisi var ki sarıyla kırmızıya futboldan başka nice anlamlar yüklemiş, kimisi var ki bu renkleri “kötünün karşısındaki iyi” olarak tasvir etmiş. Ben de bunlardan biriyim, henüz kendime ait bir blog sayfam olmasa da, Galatasaraylılığı bu arkadaşlar gibi tanımlayanlardan. Sanki başarısızlıklarla daha bir seviyoruz bu renkleri, “inadına sevmek” daha büyük bir erdemmiş gibi. Kaybederken sevmek için birşeylere sarılmak gerekiyor ve “asaletin bize yeter” diyoruz. Bunun için sahanın, golün, futbolun dışına çıkıyor, “güzel”e dair anlamlar yüklüyoruz sevdiğimiz takıma. Renklere aşığız diyoruz, hiç seyretmediğimiz bir efsaneye “senin gibi cimbomluyu unutur mu bu taraftar” diyoruz. Sarıyla kırmızıyla alnımızın akıyla demekten gurur duyuyor, başkalarını hileci hurdacı olarak niteliyoruz. Biz dürüstüz onlar sahtekâr, biz iyiyiz onlar kötü, adeta biz Neo’yuz onlar parasıyla, medyasıyla, her türlü ayak oyunuyla Turkish Matrix’in yaratıcıları. Ne yalan söyleyeyim ben de böyle düşünüyorum. Benim Galatasaray’ı sevişim biraz da yalnız oluşundandır. Bu ülkenin gelmiş geçmiş en başarılı takımı, milli takımın her daim lokomotifi iken medyada nüfuzu olmayışındandır. Ben bu armayı kendinden güçlü olanı yenebilen isyankâr ruhuyla, kendinden başka dostu olmayan haliyle seviyorum. Kimseciklere ihtiyaç duymadan bir başına yürür benim asil Galatasaray’ım.


Yürürdü. Ben de her yıl yeni formalar çıktığı gün Galatasaray Store’un kapısında bitiverirdim, bu yıl elim gitmedi. Aylardır sadece kendimce düzeyli bulduğum taraftar bloglarını okuyorum, çok nadiren de webaslanın taraftarın sesi bölümündeki yazı başlıklarına bakıyorum, yazıların çapı başlığından belli ediyor kendini zaten. Dolayısıyla zahmet edip tıklamıyorum bile, çünkü futbolcu ve teknik direktörleri rakamlarla eleştiren sığ düşünceleri okumak bana, daha da önemlisi Galatasaray’a birşey katmıyor. Bu sayfalarda taktik dehamızla (!) kendimizi tatmin etmekten fazlasını yapabiliriz bence. Soru, gerçekten bu takım için birşeyler yapmak isteyip istemediğimiz. Şimdi bırakalım bu takımın kadro yetersizliğini, saha içi dizilişini, vasıfsız orta sahasını, Perez’den beri alınmayan sağ bekini, Mondragon’un yerini dolduramayan kalecisini, Hagi’den beri bulunamayan on numarasını bilmem neyini. Televizyonlarda yorum yapan, gazete sayfalarını dolduran maskaralara özenip de, yok efendim Rijkaard’ın yanlış tercihleri, yok efendim dört üç üç olur muymuş, yok efendim nerde bu transferler gibisinden klişelerle çığırtkanlık yapmayın, benim karnım tok, siz de doyun artık! Mustafa Doğan’ı, Sergen Yalçın’ı, Ahmet Çakar’ı, Erman Toroğlu’nu dinlemekten hoşlanıyor musunuz? Onların yaptığı işi mi seviyorsunuz, bu düzeysizlikle kazandıkları parayı mı kıskanıyorsunuz? Öncelikle futbolu sevin, futbolu yorumlayabiliyor olmayı değil. Buna oynamayı severek başlayabilirsiniz. Sonra taraf olun, takımınızı sevin, bir sorun varsa tespit edin ama orada takılıp kalmayın, bir sonraki aşamaya geçin ve sevdiğinize birşeyler katmaya çalışın. Spor yazarı/yorumcusu diye geçinen ama mevcudiyetlerini bizim çözümsüz kalan depreşik, çalkantılı hallerimize borçlu olan kan emicilerden bir farkınız olsun.


Bu takım yıllardır iyi yönetilmiyor. Daha da kötüsü iyi yönetilemiyor oluşu “ekonomik darboğaz” maskesi altında başarıyla saklanıyor. Yıllarca paramız yok diyerek enkaz edebiyatını sportif başarısızlığa kılıf yapanları anlayışla karşılamaya çalıştık, ama artık yöneticilerin ağızlarına sakız ettikleri “az kaldı düzlüğe çıkıyoruz” söyleminin modası geldi de geçiyor. Çünkü bugün taraftar yalnızca stada gidip takımına bağır çağır destek veren bir insan güruhu olmaktan çıktı. GS TV, GS Mobile, GS Bonus projelerine yüksek katılımın yanı sıra GS Store ürünlerine artan taleple birlikte taraftar, kulüp bilançosunda önemli bir finansman kalemi haline geldi. “Paramız yok” ifadesinin mazeret olmadığı bir dönemdeyiz ve taraftar bunun bilincine varmalı. Nasıl ki bir işçi emeğini alacağı ücrete göre arz ediyor veya etmiyorsa, taraftar da projelere desteğini, lisanslı ürünlere ve maçlara olan ilgisini emeğinin karşılığını alacağı ölçüde göstermeli. Koşulsuz şartsız sevebilirsiniz ama destek veremezsiniz, vermemelisiniz. Fenerbahçe taraftarlarının hep destek tam destek sloganı elbette güzel bir yaklaşım ancak desteğinizin boyutu yönetimlere mesaj verecek esnekliğe sahip olmalı. Ortaya koyulan ürünün alıcısı sizken talepkâr olmaz, hesap sormazsanız umduğunuzu değil bulduğunuzu yersiniz ve şikayet etme hakkınız da olmaz. Tıpkı ülke yönetimleri ve halk arasındaki ilişkide olduğu gibi.


Ben Galatasaray taraftarının sorgulayan, hesap soran, seyircisini, futbolcusunu ve yöneticisini iyiye, doğruya yönlendiren bir grup olmasını istiyorum. Tepkisini ölçülü bir şekilde koyan, protestosunu doğru yerlere yönelten, kimsenin maşası olmayan, tüm taraftar gruplarına örnek olacak, parmakla gösterilecek bilinçli bir topluluk olsun istiyorum. Bilmem nereli Aslanlar adı altında tribünde çoluğa çocuğa korku salan “bağırın lan”cılar gibi değil, arabesk tezahüratlarla takımı uyutanlar gibi değil, kaptanına belden aşağı vuranlar gibi hiç değil! Kulübünüzün ilkleri başarmasından, öncü oluşundan gurur duyuyorsanız siz de kendinize böyle bir şekil vermelisiniz.


Şimdi... Kulüp yönetiminden memnun değilseniz bir yıl boyunca forma almayın, GS TV aboneliklerinizi iptal edin, Bonus kartlarınızla alışverişi kesin, kartınız yoksa başvuru yapmayın, Store’a gitmeyin, üşenmezseniz cep numaranızı başka bir operatöre taşıyın. Merak etmeyin, Galatasaray bunlar yokken de vardı, her zaman da var olacak! Biz bu reaksiyonu toplu bir şekilde göstermeyi başarabilirsek, kelebek etkisi değil hidrojen bombası etkisi yaratırız emin olun. Siz emeğinizi biraz kısın ki divan kurulu yönetimden hesap sorsun, madem ki şirketleşiyoruz, yönetimin idari performans kriterlerinden biri de sizin desteğiniz olsun! Forumlarda üç beş kişiyle teknik-taktik dalaşına girip de kendi doğrularınızı kabul ettirmeye çalışmak yerine egonuzu bir kenara bırakıp takımınızı sevin. Sevdiğiniz şeyin daha iyiye gitmesi için somut tepkiler üretin. İstiyorum ki Galatasaray taraftarı masaya yumruğunu koyduğu zaman bu, güçlü bir mesaj olsun! Galatasaray hisseleri bir günde yüzde yirmi değer kaybetsin, bunun hesabının sorulacağını bilen yönetimin gözleri yuvalarından fırlasın, fırlasın ki koskoca Galatasaray’ımı babalarının çiftliği gibi yönetemeyeceklerini, taraftarı vaatlerle, umut tacirliğiyle kandıramayacaklarını bilsinler.


Yönetimle işimiz bittiyse Fenerbahçe’yi ülkenin resmi takımı konumuna getiren, bu uğurda Türk sporunun gelişimine ve Türkiye’nin tanıtımına herkesten fazla katkı yapmış bir kulübü karalamak, ona köstek olmak için canını dişine takan, kulüp içindeki her türlü olumsuzluğu pireyi deve yaparcasına sunan, en ufak bir açık yakalamak içini ellerini ovuşturan ve bu konuda ekseriyetle çifte standart uygulayan, transfer edilen on numaralara aman yeni bir Hagi olmasın korkusuyla on yıldır mütemadiyen sallayan, yuvadan çıkma on numaramıza giydiği t-shirt’le, ceketle, koluna taktığı sevgilisiyle vurmaya çalışan salyalı spor müdürlerine, medya patronlarına geçebilir, geçirebiliriz. Şahsen spor programlarını izlemeyi, spor sayfalarını okumayı bırakalı çok oldu. Siyaset ve ekonomi sayfalarında nasılsa işin spor tarafı da aynı aslında. Olanı biteni nasıl görmemiz isteniyorsa o şekilde yansıtan sayfalardan, kanallardan midem bulanıyor artık. Ekrana ceket giyip çıkınca adam sanılan, ortalama futbol izleyicimizin bir halt sandığı, bilimsellikten bihaber, futbolun teknik analizini rakamlara hapseden, bazen de hapsetmeyip salt işin magazin boyutuyla küpünü dolduran yalakaların reklam aralarında, program öncesi ve sonralarında kahkahalar atıp Galatasaray’a küfürler salladığı kareler geliyor gözümün önüne ne zaman bir spor programını açsam. Hakemleri, hakem kurullarını, federasyonu, maç spikerlerini, yorumcuları da içine alan bu büyük çemberin ortasına dikilip Galatasaray ananızı mı belledi diye sormak istiyorum!


Her kim olur da “haber ve yorum genel talebe göre şekillenir, bu ülkede spor sayfalarının niteliği de çoğunluğu temsil eden Fenerbahçeli profiline göre oluşturulur” derse hastırı çekin. Galatasaray’ın esamesinin okunmadığı 1974-1986 yılları arasında lig şampiyonluklarının çoğunlukla Fenerbahçe ve Trabzonspor arasında paylaşıldığı düşünülürse, o dönemden bugünlere uzanan taraftar dağılımının böyle arızalı bir görüşe sebebiyet vermesi normal. Şu sıralar spor sayfaları için potansiyel bir talep olarak görebileceğimiz yeni nesil, Galatasaray’ın 90’larda ve özellikle 2000 yılında artırdığı popülaritesine aklı başındayken tanık olmuş bir çoğunluğu oluşturuyor. Dolayısıyla, taraftar sayılarına dayandırılan “arz çoğunluğun talebini yansıtıyor” argümanını satın alanın aklına şaşarım! Bunun böyle olmadığını göstermek yine Galatasaray taraftarının elinde. Yönetimi protesto ettiğiniz gibi, spor sayfalarını, kanallarını da boykot edebilirsiniz ama elinizdeki gücün farkında değilsiniz. Benim bu yazıyı yazmaktaki amacım “herkes benim gibi davransa ne kadar büyük oluruz” düşüncesinden hareketle farkındalık uyandırmak. Siz bunca yıldır Alex’le ilgili “koşmuyor” dışında olumsuz bir habere rastladınız mı hiç gazetelerde? Sabri, üzerine yapıştırılmış “tahrikçi” yaftasıyla sürekli linç edilmeye çalışılırken, böyle bir kampanyanın hangi Fenerbahçeli futbolcu için başlatıldığını gördünüz? Serhat, Lugano, Bilica, hangisi? Hangi Fenerbahçe kaptanının sevgilisi, giyim kuşamı, tatilini hangi ülkede geçirdiği bu kadar didik didik sorgulandı, manşetlere taşındı? Siz hiç Fenerbahçeli bir futbolcunun maç sonrasında kamera görüntüsüyle ceza aldığını gördünüz mü? Siz hiç Fenerbahçeli bir futbolcunun dahil olmadığı bir kavgada “ligin marka değerini düşürüyor” diye ceza aldığını gördünüz mü? Siz hiç Fenerbahçe’nin bir golünün skorboarddan iptal edildiğini gördünüz mü, iptal edilse ve hele ki bu bir şampiyonluk maçı olsa neler olacağını düşündünüz mü? Sahaya su atıldığı için biz 2007-2008 sezonuna beş maçlık seyircisiz oynama cezasıyla başlarken, stadı yakıp yıkan, şehirde emniyet, aşayiş, dirlik, düzen bırakmayan takımın iki maç ceza almasına ne dersiniz? Ligin marka değeri federasyon ve basının çok umurunda olsa dünyanın en büyük ilk üç derbisinden biri olarak lanse edilen bir derbide rakip takım taraftarının dizine kadar gelen lağım suyunda stad kuyruğunda bekletilmesine, üstüne tepesine sidik torbaları atılmasına bir tepki gösterilirdi eminim. Yerel lig maçı ya her tür pislik mübah, işin enteresan tarafı buralarda sessiz kalan basın meşhur İsviçre maçından sonra ahlâk timsali kesilip kelle avcılığına soyunuyor. Ha yeri gelmişken, neden artık Emre Belözoğlu ile ilgili haber yapılmıyor? Medya mensuplarına söven, kol geçiren, “böyle milli takım kaptanı olur mu” dediğiniz Emre uslandı da ondan mı? Yoksa karşısında senelerce ezik bir şekilde tir tir titrenen ve sapına kadar Galatasaraylı olarak bilinen Fatih Terim’i bitirmek için eski, hem de UEFA Kupası kaldırmış bir Galatasaray futbolcusunu kullanmak çok akıllıca olduğundan mı? Oh ne âlâ bir taşla iki Aslan! Fatih Terim’e karşı herşey aynı ama bugünkü renkleriyle Emre’ye olan tutumun nasıl değiştiğine hepimiz tanık olduk.


Galatasarayla ilgili haber kalmasa “futbolcular maaşını alamıyor” yazan, hiçbir şey bulamasa “Ali Sami Yen Stadı’ndaki 100. yıl meşalesi söndü” diye haber yapan, her seferinde utandırdığımız halde Fenerbahçe’nin şampiyonluk yolundaki rakibiyle ne zaman oynasak “Galatasaray yatacak” diye yaygara çıkaran spor basınına saygı duymam mümkün değil. Bir liramı bile helâl etmediğim bu zihniyetle benim işim olmaz. Şunu kabul edin ki bu takımı bizden başka kimse sevmediği gibi, bize karşı nötr bile değiller. Sırf kulübün resmi sitesinde yalanlanan haberlerin arşivini tutsam fezaya gider, ki bana satır aralarında empoze edilen Galatasaray düşmanlığı daha çok koyuyor. Hal böyleyken kaçınız hâlâ hürriyet gazetesi almaya devam ediyorsunuz? Kaçınız bu gazetenin internet sayfasına günde onlarca tık bırakıyor? Ben 2000 yılında Johnson’ın golüyle Fenerbahçe’ye kaybettiğimiz maçın ardından “Aslan Terbiyecisi” başlığını attığından beri fotomaç gazetesine elimi sürmedim. Her satırı Galatasaraylıyı kulübüyle karşı karşıya getirebilir miyim düşüncesiyle pislik hesaplar kokan sayfalara biriktirdiğim nefreti Ercan Saatçi bardaktan taşırdığından beri ne o gazeteye ne internet sayfasına dokunmadım. Kaçınız “hürriyet alma, aldırma” kampanyasına destek veriyorsunuz? Kaçınız “taraflı yayıncılığa karşı nontvspor” oluşumundan haberdarsınız? Bir kişiden birşey olmaz zihniyetiyle hareket ederseniz babayı alırsınız kusura bakmayın. Çuvaldızı kendinize batırmadığınız sürece iğneyi Rijkaard’a, Mustafa Sarp’a, Adnan’lara batırsanız ne fayda!


Yönetim, futbolcu, taraftar diyorduk ya biraz da sahadakilere bakalım. Kendisi beni tanımaz, bilmez, bir Nazmi abim vardı. Hayatı boyunca binden fazla Galatasaray maçını canlı izlediğini söyleyen, Mahalle takımı adlı blogunda Galatasaraylılığı kendinden sonraki kuşaklara en güzel şekilde aktarmaya çalışan, harbi üslubuyla kaleme aldığı lezzetli yazılarını hayranlıkla takip ettiğimiz Nazmi abi son yazısında bakın ne diyor: “Şampiyonluğun gittiği Sivas maçının son saniyesinde dandik bir gol yeyip de sakız çiğnemeye devam edeni, Ali Sami Yen'de oynanan Fenerbahçe maçını jübile maçıymış gibi oynayanı, tribünler yırtınırken yanlarına gitmeyi zül sanan 20 metreye pas atamayan kazmaları, en önemli maçın öncesinde kadroda değil diye Fenerbahçe Burnunda nargile içenleri, maçtan sonraya randevu verip, maçın sonucu ne olursa olsun programını uygulayanları, taraftara küsen kaptanı, gol atıldığında fazla sevinmeyip, gol yendiğinde hiç üzülmeyeni, bir hata yapmış, gol yedirmiş arkadaşını kurtarmak için insan üstü futbol oynamayanı, gol atıldığında somurtan yedek kulübesini, Fenerbahçe'yi şampiyon yapmak için her yolu deneyenleri, bir maçı alsa, 100 metre daha fazla koşsa, bir gol fazla atsa şovun içinde kalabilecekken ölü gibi oynayanları, velhasıl en az Galatasaraylı'yı bünyesinde barındıran bir takımı ben 40 sene sonra, veda senemde seyretmiş oldum. Canları sağ olsun.” Geçen yılki Galatasaray takımının bu güzel fotoğrafına ben de birşeyler ekleyeyim. Takım olmak, yalnızca sahadaki oyuncuların zaman içinde ortak bir dil geliştirerek birbirlerinin hareketlerini öngörebildikleri ve pas trafiğini gözleri kapalıyken dahi sürdürebildikleri bir alışkanlık anlamına gelmemeli. Oynadığımız futbola bakarsak bu tarzda bir makine intizamına uzun zamandır şahit olmadık ama benim derdim başka. Ben bir oyuncumuzun üzerine üç kişi yürüdüğünde takım arkadaşlarının topyekün oracıkta bitiverdiği bir sahneyi ne zaman göreceğimi merak ediyorum. Cristian Arda’yı tahrik ettiğinde o kalabalığın arasında bir tek “ne kansız adam” dediğimiz Aydın’ın olmasını kabullenemiyorum. Galatasaraylı futbolcu takım arkadaşı için her daim hazır kıta bekleyecek, tetikte olacak ve gerekirse kafayı çakıp kırmızı kartı görecek. Dikkat edin, Galatasaray TV’de yayınlanan kamp görüntülerinde Arda, Sabri, Ayhan ve nasıl oluyorsa Mustafa Sarp hep aynı karede, aynı masada yemek yerken, altyapı oyuncularının kafasını sıfırlarken, sürekli yanyana kahkahalarla gülerken. Bir kere de birinden birinin ötekisinin davasına ortak olduğunu, bir kişinin üzerine dördünün birden yürüdüğünü görmedim! Sert bir faul sonrasında yerdeki yabancı bir futbolcumuzsa vay haline! Ne elinden tutup kaldıran, ne faulü yapan kasabın suratına tokadı yapıştıran, piç muamelesinin bu kadarı! NBA maçlarını takip edenlerin dikkatinden kaçmamıştır, yere düşen bir oyuncuyu rakip oyuncu elini uzatmış olsa dahi yanına koşarak gelen bir takım arkadaşı hızla yerden kaldırır. Bu yaklaşımı çok beğenirim, mesajı çok nettir: Biz bir takımız ve bizim sırtımızı yere getiremezsiniz! Bahsettiğim türden bir tepkiyi yalnızca Kewell’da görüyorum, belli ki edindiği futbol kültürüyle takım olmanın öncelikli şartının sadece sahada üçgenler kurmak olmadığını benimsemiş. Buna karşılık, rakip oyuncuyla tek başına tartışırken Kewell’ı gördüğümde içim öyle sızlıyor ki... Adam zaten hakeme derdini anlatamamaktan muzdarip, etrafına bakınıyor, anadilini bile zor konuşan kasaplara karşı ağzından anca bir “fuck off” çıkıyor ve yürümeye devam ediyor. İşte bu sahne benim bittiğim an oluyor, tıpkı 50 bin ağzı salyalının meydan dayağını yemek pahasına Cristian’ın üzerine ası, yedeği, yirmi kişi çullanmadığımızda olduğu gibi. Neeskens’in yaptığı sezon değerlendirmesinde öyle güzel bir durum tespiti var ki: “Anlayamadığım beni çok şaşırtan birşey daha var. İçeride olsun dışarda olsun karşılaşma yapacağımız sahaya gittiğimiz zaman futbol sahasına çıktıklarında futbolcular birbirleriyle karşılaşıyorlar birbirlerine sarılıyorlar, şakalaşıyorlar, öpüyorlar. Doğal olarak bizim oyuncularımız Galatasaray’da oynamalarından dolayı diğer oyuncuların belki de gıptayla baktıkları oyuncular fakat bu sarıldıkları oyuncular müsabaka sırasında bizim oyunculara gayet sert müdahalede bulunuyorlar (röportajda “kicking their ass” şeklinde ifade ediyordu bu durumu!) biz de bunu anlayamıyoruz. Biz de futbolcularımızdan bunu yapmamalarını rica ettik. Bir örnek vereyim, benim dönemimde Feyenoord’da oynayan sol ayaklı bir oyuncu vardı. Çok sevdiğim bir oyuncuydu. Milli Takım’da da beraber oynardık. Fakat ben Ajax’ta oynadığım zaman oraya gittiğimizde tünelde maç başlamadan önce saha içinde hiç onu görmezdim, bakmazdım bile. Maç biterdi birbirimizi tebrik ederdik. Biz de oyuncularımızdan bunu rica ettik; hala yapanlar var bunu yapmamalarını istiyoruz. Maç bittikten sonra gitsinler tebrik etsinler birbirlerini. Mesela Fenerbahçe ile oynadığımız iki müsabakaya bakın; oradaki maçta sahaya çıktık, sahaya atılanlar, su şişeleri.. Ondan sonra bakın maç ne kadar gergin geçti. Buradaki maça bakın; sahamıza geldiler bizimkiler gitti onlara sarıldı. Olmaz bu.” Bu hafızasızlık örneği takım olmakla doğrudan alakalıdır. Gerçekten takımsan arkadaşlarından birine yapılan keleği unutmayacaksın ve zamanı geldiğinde hesabı keseceksin. Aksi halde her oyuncunun yalnızlaştığı veyahut sahada on bir kişilik bir “takım” görüntüsü veremeyecek kadar küçük gruplar halinde hareket ettiği bir yapı oluşması kaçınılmaz.


Peki böyle bir saha içi görüntüsü kendiliğinden mi oluşur yoksa gerçekten balık baştan mı kokar? Bana kalırsa bu kesinlikle bir organizasyon meselesidir ve kaynaklarınız ister kıt ister sınırsız olsun, organizasyon herşeydir. Kriz yönetmekle derbi yönetmek aşağı yukarı aynı şeylerdir ve camiaların liderlerinden beklediği de budur. Bugün Saracoğlu’na on bir tane Arda’yla da çıksak kaybetmemiz çok daha yüksek ihtimal, çünkü rakibiniz saha içinden önce saha dışındaki organizasyonuyla üstünlüğü baştan ele geçiriyor. Bakın Fenerbahçe’yle sezon öncesi Almanya’da oynanan maçla ilgili Ümit Aktan neler yazmış: “Aslında çok basit bir hamle gerekirdi... Almanya’da Fenerbahçe ile oynayacaksınız. Takımı toplayıp bunun ne demek olduğunu anlatacak bir toplantı tertiplemek, genel bir “maç günü stratejisi” oluşturmak ve geliştirmek zor değildi... Bir telefonda iki motosikletli polis eskortu sağlanır, stada hangi kapıdan girip hangi kapıdan çıkılacağı tespit edilir, en ufak ayrıntısına kadar bir “derbi dizaynı” yapılabilir ve derede boğulmak bir kez daha yaşanmamış olurdu... Siz; Kadıköy’e gitmeyi, orada konuşlanmayı, kenti ve ilçeyi güvenlik, vilayet, stat koridoru konularında örgütleyemediğiniz için, beceremiyorsunuz. Kadıköyleri, orada olmanın ağırlığını koyamadığınız için kaybediyorsunuz. Sahada oynanan oyunla değil... Sadece bu iş; “tek ön libero veya forvet arkası kim oynardan, hatta daha çok koşalım arkadaşlardan” öteye bir örgütlenme ve ortak hareket etme bilinci gerektirdiği için beceremiyorsunuz... Gitmeyi ve oynamayı bilmiyorsunuz, ama takımı sağlıklı bir biçimde geri döndürmeyi becerememeniz ayrı bir sıkıntıdır. Mesela Fenerbahçe otobüsüne bir Galatasaray formalı yanaşamaz bile, ama sizin dibinize Fenerbahçe formalı biri gelip sizin kimyanızı bozabilir. Bunu bile önleyemiyorsunuz... Pahalı olabiliyor, en ünlü hocalı da olabiliyor ama en “organize” olamıyorsunuz...” Bugün Rijkaard’ın sakin ve ölçülü tavrını bir kenara bırakıp saha kenarında bizden biriymişçesine fevri tavırlar sergilemesi de bu organizasyonsuzluğun sinir sistemini ne kadar tahrip ettiğini gösteriyor.


Maalesef Galatasaray iyi yönetilmiyor, futbol takımı iyi plânlanmış bir organizasyonun ürünü gibi durmuyor sahada. Keza taraftarı da öyle. Bir uyanış olacaksa bunu taraftar başlatmalı. Liseymiş bilmem neymiş geçiniz, taraftarın olmadığı yerde hiçbir camia büyüklükten söz edemez. Düşünün ki Galatasaray başkanı beş bin oyla belirlenirken, taraftarı on milyonlar düzeyinde. Aldığınız her lisanslı ürün, her hat, her kredi kartı kulübe destek olduğu kadar mevcut yönetime de güven oyudur. Siz gidişattan memnun olmadığınızı ifade etmezseniz, kimse bunun için çaba göstermez, beş bin oyla körler sağırlar birbirini ağırlar, sonrasında küçülür gideriz. Aynı şey memnun olmadığınız spor kanalları, spor sayfaları için de geçerli. Neeskens’in işaret ettiği gibi, size küfredene, sizi aşağılayana sarılmaya devam ederseniz, sizin bu tecavüzden zevk aldığınızı düşünür, buna devam ederler. Galatasaray’ımıza fayda görmediğiniz yerden uzak durun. Karaborsa bilet alıp çapulcuları ve yarattıkları sömürü düzenini beslemeyin. Takıma olumlu en ufak etkisi olmayan uyutucu arabesk tezahüratlar canınızı sıkıyorsa, tribün abilerine söz geçiremiyorsanız, “bağırın lan”cıları temizlemeye gücünüz yetmiyorsa gerekirse bir sezon maçlara gitmeyin. Gitmeyin ki yaptıkları 50 bin kişilik stadda ortalama 2000 çapulcuya oynadığımızı görenler yönetimden hesap sorsun. Hesap sorsun ki yönetimler tribünleri çirkinleştiren insanlarla işbirliğini kessin, ahbap çavuş düzeni ortadan kalksın. Konu ister yönetimler ister medya olsun, mevcut düzeni kabullendiğiniz ölçüde tokatlanacağınızı unutmayın. Düşünerek, sorgulayarak tepkinizi doğru mecralara yönlendirin. Paranız, sesiniz, vaktiniz, hepsi kıymetlidir, tercihlerinizin kimleri yücelttiğini iyi tahlil ederek vereceğiniz destek konusunda seçici olmayı bilin. Sonunda hizmet ettiğiniz şeyin çok sevdiğimiz Galatasaray’ımız olduğunu göreceksiniz.


Galatasaray taraftarı bu yüzden farklıdır, bunlar da vasiyetim olmasa da en büyük dileğimdir.

www.tips-fb.com

23 izleyici sahaya girdi:

Pan Monroe dedi ki...

hoşgeldin, şeref verdin usta. yazına uzunca yorumu gece maçlar bittikten sonra yapıcam, ama yazmaya devam, ona göre :)

Plaseyi Hanri Gibi Vuruyorum dedi ki...

Harikulade bir yazı olmuş. Diyebilecek hakikaten hiçbir şey yok. Noktasını ve virgülünü bile alkışlarım. Elinize sağlık.

Can dedi ki...

nokta. manifesto olmalı bu. okumalı herkes. eğer izniniz olursa, imzanızla kendi blogumda yayınlamak isterim. daha çok insan okusun, daha çok kişi görsün.

Adsız dedi ki...

perez sanki bizden sonra barcelonaya gitti. vasat bir oyuncu lucescu sayesinde iyi bir oyun ortaya koydu. perez rijkaard'ın elinde olsa ali turan'dan beter bir adam olup çıkar, siz de capone den beri sağ bek görmemiş takım derdiniz rijkaard ne yapsın derdiniz

Unknown dedi ki...

Söylenecek herşey söylenmiş. Biraz akil bir adamın altına tereddütsüz imza atacağı laflar bunlar. Umarım bir şekilde, başımıza gelen adamlarında gözüne çarpar! Galatasaray liseye ait olamayacak kadar büyük, çapulculara ait olamayacak kadar asildir.

AslanlıYol dedi ki...

Öncelikle hoşbulduk, burada olmak çok güzel! hazıra konmuş oldum ama bi blog açsam aynen bunlar olurdu anasayfasında, çubuklu arjantin formasıyla maradona, metin, hagi ve prekazi.. o yüzden hiç yabancılık çekmiyorum, kendi evim gibi :)

AslanlıYol dedi ki...

Can inanır mısın başlığı "manifestom" olarak atmayı düşünmüştüm, ama ukalalık olmasın diyip yumuşattım. Elbette blogunda yayınlayabilirsin, çok memnun olurum, ne kadar insana ulaşırsa yazıda belirttiğim amaca uygun olur.

Güzel yorumlarınız için teşekkürler, yazma konusunda motivasyonum arttı diyebilirim :)

HardKelm dedi ki...

Mükemmel bir yazı eline sağlık. Her yere link veriyorum. Okuyan 1 kişi bile kardır bizim için. Tekrar eline sağlık.

Cüneyt dedi ki...

Çekinmem merak etme, siz böyle yazı yazın benim tam olarak düşündügüm herşeyin karşılıgını burda göreyim ve bunla mutlu olayım benim gibi düşünen birilerinin oldugunu göreyim işte o zaman her türlü hareketi,eylemi yaparım...

Galatasarayla ilgili son yıllarda nefret ettigim herşey özhan canaydın zamanından başlar bunlar genelde, kibarlık centilmenlik fer play adı altında aciz, ezik, zavallı yönetim anlayışı, (örnek vermiyorum) geçen yıllarda bunu görmüyordum ama ne yazık ki bu sene tam olarak bir özhan canaydın dönemi görüyorum galatasarayda bu canımı inanılmaz sıkıyor, futboldan iyi anlarım teknik konularda da oldukça iddalıyım, ama bu yazıdan sonra aykut takımdan defolsn ali turan yok edilsin demicem ne kdar istesemde. Not: geçtigmiz yıllarda bunları inamoto, mehmet güven, volkan arslan kalli, gibi isimler için istemiştim.

Bir örnek veriyim; ben senin bu yazıda yazdıgın gibi tepksiz kalan, aciz, 1 kişiden ne olacak lan diyen bir kişi degilim ve bu tiplerden de tiksiniyorum, bu baglamda uzunca süredir takip ettigim ntvsporu gerek fener eksenli yayın anlayışı ve spor yorumcuları, spikerleri, gerekse reklam olayınn bokunu çıkartmaları sebebiyle izlemiyorum, ewt bu kanalda 10 dakka yayın olp 35 dakka reklam oluyor toplamdan bahsediorm.

Bir diger rezillik ise uzunca bi süredir ailecek aldıgımz vatan gazetesini bir metin oktay galatasaraylısı olan babama ben bıraktırdım niye mi çünkü, cheyrou da galatasarayı reddetti, arda gidiyorr, futbolun patronu adnan sezgin (şu an aklıma gelenler) gibi haberlerin yanında fenere 2 tam sayfa galatasaraya çeyrek sayfa ayrılan spor bölümü ; fener young boysa yenilip elendikten sonra bu çok önemli olay olmasına ragmen altta halaa aşşagılkça issiar dia, galatasarayı bekliyorum diye haber yapılması, niang gelmeden önce onu anlatanlardan birisi de galatasaraylı bir yazar.. niyangı torres rooney ve ibrahmioviçn özelliklerini barındıran hepsinin toplamından daha iyi bir oyuncu olarak lanse etmeleri ve bunun başlıgını da şu şekilde atması VE FENERBAHÇE ÖYLE BİR İSMİN TRANSFERİNİ BİTİRDİİ Kİİ eee messiyi mi aldınızz ulaann rooneyi mi getirdiniz 31 yaşındaki niangın ne kadr iyi forvet olursa olsn böyle lanse edilmesi gerçekten inanılmaz, sanki aziz yıldırım böyle haber yapılması için bütün medyayı yazılı görsel satın almş öyle düşünüyorum ve bu yıllardır var.

ÖZET: ADAM HAKLI BEYLER,
birazda teknik konulara giricem ben futbol ve basketbolla ilgilenirm; futbol konusunda kalenin halaa aykuta verilmesi, aykutun bu görevi inanılmaz yetersizligi ve yeteneksizligine ragmen kabul etmesi, sag bekte lucas neill alternatifi varken rijjkardın bunu düşünememesi ali turan koyup bize her maç AYKUTLA birlikte en az 2 golü hediye etmesi, başkanın haldun üstüneli küstürüp çingene pazarlıgıyla ünlenmiş adnan sezgini aktif bir yönetici haline getirmesi rijkaardın bu rezilliklerini sessiz kalması ayrı ayrı ayrı ayrı skandallardır.

NOT:
Bnm yazım hakkında da görüş bildirmesini istiyorum bütün galatasaraylıların bnm gibi düşünenlerin oldugunu görmek istiyorum.

Cüneyt dedi ki...

Ek olarak; galatasaray ın honda pavlycehnko gibi oyuncularla ilgilenmemesini anlamıyorum, anlamadıgım gibi; Adnan Sezgin'in galatasaray klübü kim kallströmü isterken; başkanım grellayı alalım hem daha ucuz hem aynı işi yapar diye düşündügünü biliyorum ve bu zavallı bakış açısından tiksiniyorum, adnan sezgin in de fenerli oldugunu düşünüyorum.

Pan Monroe dedi ki...

@cüneyt

Özhan Canaydın'ın varlığı ve şu yönetim arasında bir benzerlik kurmak, bana göre "talihsizlik" olmuş. Bir kere şurda anlaşalım; rakibi alkışlamak değildir acizlik, ki bir başkanın, her ne koşulda olursa olsun öyle bir ortamda rakibini alkışlayabilmesi, bu cesareti gösterebilmesi önemli bir değerdir bu kulüp adına.Hatasıyla, yanlışıyla, güzel bir adamdı Canaydın. Bunu vefatı üzerine bir gönül borcu olarak söylemiyorum, emin olun.

Dirayet göstermek nedir biliyor musunuz? Net adamlar olabilmemizde saklı bu. Canaydın net bir adam olduğu için bu kadar yalnız bırakıldı, Ergun Gürsoy'un sıcağı sıcağına Hürriyet'e geçip ordan Canaydın yönetimine sallamasını her taraftar unutsa ben unutmam. "Başarılar gelip geçer" lafını boşuna söylemiyoruz biz. Evet yanlışlar yapmıştır, profesyonel anlamda iyi bir başkanlık süreci geçirdiğini söyleyemeyiz ama işte birgün olsun o armayı lekeleyecek bir duruş da sergilememiştir.

Sağ bek konusuna, ya da genel olarak oyuncu tercihleri konusuna gelirsek; ben bu iddialı yorumlara da anlam veremiyorum. Bu takımda iki tane Neill yok malesef, ve sağ beke geçtikten sonra çok daha kritik bir bölge olan tandeme alternatif üretmeden "Lucas Neill neden sağ bekte değil" demeyi de anlayamıyorum. Ya da Ufuk'un tek bir fenerbahçe maçıyla ipi çekilmişken, Aykut niye orda oynuyor demeyi de anlamıyorum. Değil Rijkaard, dünya üzerindeki herhangi bir teknik direktör, tüm bunları hesap edecek asgari analiz yeteneğine sahiptir kanımca. Hepimizin farklı fikirleri ve görüşleri de olabilir, olacaktır da; ama işte "nasıl böyle bişey yapar yaa" demeyi çözemiyorum ben dostum. Belki de ben futboldan anlamıyorumdur.

Cüneyt dedi ki...

@11 eyvallah cevapların için ama beni bir çok noktada anlamamışsın kısaca anlatıyorum.

Canaydın'ın herkes insan olarak çok iyi ne kadar mükemmel bir insan oldugunu söylüyor yakından tanımadıgım için bilmiyorum, karakteride umrumda degil ya da buna bir eleştirim yok, acizlik başarısızlık basiretsizlik derken, asla fener başkanın elini sıkmasını aklıma getirmedim ewt bu davranış hoşuma gitmedi öyle rezil bi maçtan sonra. fenerden de nefret ediyorum ama bu yüzden bi eleştiri getirmedim canaydına. Ergun gürsoy demişken ribery gittiginde "gevezenin biri konuşmuş" yok böyle birşey demişti tv8de ertesi gün öyle bir futbolcuyu bedavaya kaçırdık yıllarca takımı sabote eder gibi oynayan orta saha oyuncularında ısrar ettik, istedigimiz hiç kimseyi alamadık, stadımızı 10 yıldır bitiremedik, sürekli başarısız başarısız olduk bnm kastettgim bunlardı.. Canaydın'ın yönetim anlayışı, sürekli pasif kalması, klübün hakkını hiçbir şekilde savunamaması beni inanılmaz rahatsız ediyordu, galatsaray tarihinin en başarısız başkanıdır bence.

Sağ bek konusu evet, çok daha kritik bir bölge diye bahsettigin stoperden degil "sag bek" bölgesinden ali turanın inanılmaz agırlıgı kademeye girememesi rakibiyle baş edememesi ve rakibin her pozisyonda ortasını yapmasına izin vermesi sebebiyle yedik dün 2 golü bilmiyorum izledin mi?
Oraya lucas neilli koyduktan sonra gerisini yazmaya gerek bile duymadım "Tandeme alternatife hitaben" bu takımda halen şu anda gökhan zan diye bir futbolcu var yedek klübesinde oturuyor her maçta milli takım stoperi kendisi lukasın yerinde hayli hayli olabilrdi, ya da ahmet kesim gibi bir sürü genç oyuncumuz eminim hiçbiri ali turandan kötü bir performans sergilemeyeceklerdi. Aykutun kaleci olmadıgını düşünüyorum bunun teknik analizini yapmıyacagım. ((ama istersen senin için yaparım)) bu görüşümde kararlıyım, Ufuk ceylanla kendisini kıyaslamıyorum bile benim düşüncem sırf galatsaray klübünde var olan kim daha eskiyse, kim daha çok beklemişse kimin sırasıysa o oynar formayı hakeden değill düşüncesi yüzünden aykut oynuyor kalede başka da hiçbir açıklama getiremiyorum ben.

"rijjkaard degil dünya üzerindeki herhangi bi hoca bunları analiz edere hitaben"
o zaman iki ihtimal kalıyor ya rijjkaard transfer yapılmıyo klüpte inanılmaz bi başıboşluk var diye bilerek aykutu fln koyuyor, ya da rijjkaard belkide dünya üzerindeki hocalardan biri degildir.. bence öyle hıncal uluç gibi düşünüyorum.

Son olarak; herkes futboldan anlar dostum ama bazıları daha fazla...

Pan Monroe dedi ki...

@Cüneyt

Yok bence gayet iyi anlamışım, ona göre de cevap vermişim ama Canaydın konusunu kapatmak en mantıklısı çünkü temelde zihniyet farkı var.Bu da normaldir, saygı duyarım.

Teknik açılımlar yapıp bir golü analiz ederken yapacağım en son şey "adamını kaçırdı" lafıdır zira bunun önüne "taktiksel" anlamda geçilebilecek bir varyasyon da koyamayız. Evet Ali Turan şimdiye kadarki performansıyla benim için de vasatın altı bir performans koydu, hali hazırda kendini geliştirebilir mi bilemem ama kötü bir sağ bek alternatifi gibi gözüküyor. Ve fakat golde "adamını kaçırdı" dediğin durum bir hız ve çabukluk meselesidir ve Ali Turan da ağır bir oyuncu. Fakat o pozisyonda temel bir defans yerleşim zaafiyeti var. Çıkarken top kaybediyorsun, derin bir top atılıyor. Lucas Neill ön direkte yok çünkü pozisyona yetişemiyor, Kuznetsov yayın tersinden çok temel bir ön direk koşusu yapıyor ve fakat Servet topu izlemekle meşgul olduğundan, kendisinden 3 metre geriden çıkan adamın arkasında kalıyor.Kuznetsov orda arka direğe koşsa yine bomboş kalacak çünkü Hakan Balta da yalan ve amaçsız bir koşu yapıyor orda. Ben bu oyuncuları da yargılamıyorum ama durum bundan ibaret.

Futbolda bireysel bir zaaf üzerine çok fazla konuşmanın anlamsızlığı burda yatıyor. Ali Turan yavaştır, hamle zamanlaması kötüdür, falandır filandır. Buna katılırım ama temelde birşeyleri düzeltemedikten sonra benim için orda yaptığı hata çok da önem arz etmiyor. O yüzden de futbolcuları tek tek ele almak yerine bütün içinde birbirlerini ne kadar tamamlayabildikleri önemlidir.

Adsız dedi ki...

Yazılanların çoğuna katılıyorum, özellikle de takım halinde tepki verme ve kulüp olarak organize olmaktaki zaafiyetimize.
Takım olarak tepkisiz olmak çok yeni değil aslında, son şampiyonlar ligi oynadığımız sene PSVli defans oyuncusu Alex bizim Arda'yı, Iliç'i resmen faullerle döverken takımın seyretmesinde ilk defa net su yüzüne çıkmıştı. Verilmesi gereken tepki kavga ise kavga ama ondan öncelikli olarak rakibin sertlikle yıldırmasınıdaha sert olarak engellemek. Bu şimdilerde Barış Özbekin yaptığı gibi adama tekme sallamak ya da kendini yere atıp tribüne oynamak değil. UEFA şampiyonluğu zamanında örneğin rakibin sağ beki Ergün'e kasti faul yapsa ta sahanın öteki ucundaki forvetlerine kadar bütün takıma aynı düzeyde faullerle cezayı takım olarak keserdik. Adam bir kişinin üstüne yürüse bütün adamların üstüne yürünürdü. Mesele rakibe tekme sallamak ya da hakeme kart göstertmek değil, "bunlar bizden beter, bunlarla başa çıkılmaz" dedirtmek sertlik anlamında. Şimdi bunu yapamadığımız için her sert oynayan Anadolu takımı GS'yı zora sokuyor, rakip rahatça bizi gözüne kestiriyor.
Organizasyonsuzluğumuz için de Almanya'daki FB maçına gerek yok, geçen sene basketboldaki forma olayı bile kulüp içindeki karmaşaya en basit örnektir.

Adsız dedi ki...

Gerçekten bravo müthiş bir yazı olmuş. Hep görmek isteriz sizin yazılarınızı, sakın bırakmayın. Vallahi okudukça hani ruhu rahatlatan müzikler olur ya sinirlisindir açarsın dinlersin ve kendini cennette gibi hissedersin. Aynen öyle olmuş. Şu sıcak günlerde, yönetime ve takıma sinirlerin had safhada olduğu günlerde rahatlatıcı bir rüzgar etkisi bıraktı. Teşekkürler.

Erdal Güngör dedi ki...

Vay be,şu yer yüzünde benim gibi düşünenlerde varmış. Helal olsun Kardeşim,seni nasıl tebrik edeceğimi bilmiyorum ellerin dert görmesin Allah razı olsun. İnan şu mubarek Ramazan akşamı beni o kadar çok mutlu ettinki tarifi mümkün değil,Allah ne muradın varsa versin.

En son buna benzer bir yazı 1989 yılında yazılmıştır, Roma tribünlerinin efsane oluşumu C.U.C.S. dağıldıktan sonra yeniden toparlanan Romalı taraftarlar "Manifesto degli Ultras" adı altında bir bildiri yayınladılar,şimdiki bilinen Ultras Manifestosu. İlk başta kimse tarafından dikkate alınmayan Manifesto 1995 yılında bir Cenovalı taraftarın cinayeti sonrası bütün oluşumlar tarafından benimsenmiş ve tüm dünyaya yayılmıştır.

Umarım senin bu yazdıklarında en kısa zamanda yayılır ve insanların gerçekleri görmeye ışık tutar. Müsadenle yazını blogumda yayınlayacağım.

Sevgiler
Erdal Güngör

çubuklu sevdası dedi ki...

Komplekslerden kurtulmak lazım. Bir Galatasaray yazısı olmasına rağmen her yerinde fener geçen "elli bin ağzı salyalı" gibi aşağılayıcı, tek yanlı yorumlar yazının niteliğini ortaya koyuyor. Bütün basının Galatasaray düşmanı olduğu paranoyasına kapılmış, en iyi Galasaraylı benim saplantısında, karma karışık, ana fikri olmayan bir yazı.

Cüneyt dedi ki...

sevgili @13, Ali turan adamını kaçırdı ne demek sence ewt bu adam hızlı degil ama sadece o kadar mı? fizik olarak güçlü degil mental olarak da bunu engelleyebilcek hiçbir şey yapamamış demek. Peki bir bek oyuncusunun nasıl olması gerekir? güçlü, hızlı, pozisyon almasını bilen, kondisyonu iyi ekstra olarakta sag kanattan yardırıp asist yapabilen bunlardan hangisi ali turanda var söyler misin ?
Yani ali turan galatasaray için son derece yetersiz bir oyuncudur, stoperde fln da oynayamaz.

Peki ali turanı orda kullanan kim t.d rijkaard demek ki neymiş bu sadece bir sag bek kaleci vs vs eleştirisi degilmiş, önceki yazımda da yazdım geçici olarak bu turu kaybetmemek için en iyi çözüm neilllı bi sag bek gökhan zanlı bir stoper şeklinde bir defans kurgusuydu. tabiki aykut gibi sporla uzaktan yakından alakası olmayan birinin kaleden uzak nereye isterse yakın olacagı bir ortamda gsnin tur şansı olabilrdi..

Sonuç olarak galatasarayda çok büyük bir teknik direktör ve yönetenler zaafiyatı vardır. futbolun asla ve asla yalnızca futbol olmayacagı gibi, bu yazı da asla yalnızca bir sagbek,kaleci eleştirisi degildir.

AslanlıYol dedi ki...

@ Erdal Güngör

Teşekkürler beğeni ve güzel dilekleriniz için. Bu aralar iş güç biraz yoğun bloga çok fazla bakamıyorum, gecikmiş cevaplarım için kusura bakmayın. Siz ve isteyen herkes yazıyı kendi blogunda yayınlayabilir, memnun olurum.

Adsız dedi ki...

Türkspor adlı rezil site bu yazıyı bir site ziyaretçisinin yazısı diyerek araklamış ve sitede sizden izinsiz yayınlamış. bende haber vermek istedim.

''işte Hasan niki ile TSN ye yorum yazan bir ziyaretcimizin yorumu.. Bu yoruma yorum da yine sizlerin..''

http://www.turkspor.net/default.asp?o=1&id=61585

Mehmet

Pan Monroe dedi ki...

@mehmet

teşekkür ederiz dostum. ben ilgili linke bir yorum salladım. Sitenin editörlerine bir mesaj sallayacaktım ama çorba gibi bir tasarımı olduğu için bulamadım iletişim yerini, AslanlıYol gelince o da bakacaktır.

Bloglarda bu ciddi bir problem ve bir süre sonra biri gelip AslanlıYol dostuma "Bu bloğu Hasan'dan araklamışsın" bile diyebilir :)
Sizin gibi dostlar sayesinde biraz önüne geçebiliyoruz. Tekrar teşekkürler.

il Capitano dedi ki...

çok güzel bir yazı ellerinize sağlık,blogumda yayınlamayı düşünüyorum.ayrıca blogunuzu ekliyorum,eğer bir göz atıp siz de eklerseniz çok sevinirim :)

http://tacsizkralmetinoktay.blogspot.com/

AslanlıYol dedi ki...

@ il Capitano

Blogunuzda yayınlarsanız memnun oluruz, bundan böyle sitenizin de takipçisi olacağız :)

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi söylemekten çekinmeyin.

 

Copyright 2010 Kalender Libero.

Theme by WordpressCenter.com.
Blogger Template by Beta Templates.