İki gündür okuduğum bloglarda gözlediğim şey, ortak bir matem havası. Öyle bir üzülmüşüz ki, ölünün ardından anlatır gibi sıralıyor herkes Galatasaray anılarını. Herkesin aklında dokunaklı birer film şeridi. Artemio'da güzel bir tane okudum, ben de birşeyler karalayayım dedim.

Monaco maçlarınınsa yeri ayrı. Ben hayatımda öyle heyecanlandığımı hatırlamam, UEFA finali dahil. Çocukluk işte. Ellerimi kollarımı karnıma bastırıp oturduğum yerde iki büklüm olduğum, şu son yarım saat uyuyakalsam da kalktığımda herşey bitmiş olsa diye düşündüğüm, Çanakkale geçilmezin tavan yaptığı iki maç.
Bir de Roma maçları vardı, Hakan'ın maçı 2-1'e getiren golü ve yorumcu Hıncal Uluç'un "altın gol, altın gol, altın çocuklarım benim" diye haykırışı. Rövanşta Papin Mustafa'nın direnişi, maç 3-2'yken Arif'in direkten dönen topuna Uluç'un uçurumdan düşermiş gibi attığı, desibeli giderek irtifa kaybeden çığlık.
Walkman kulaklıklarını ceketin kolundan geçirip avuç içinden gizlice dinlenen nice maç. İzlemeden dinlemenin karın ağrısı da bir başka olurdu.
Aldığım ilk forma. Eski kitaplarımızı alt sınıflara sattığımız dönemde topladığım 300bin lirayla 100 de babamdan alıp doğru Ülkealan pasajına gitmiştim. Manchester United maçlarında giydiğimiz sarı formaydı, satıcıya biraz büyük mü dediğimde "yok gayet iyi, seneye de giyersin" gibisinden bir yanıt almıştım. Herhalde on altı yıl falan geçti, kolları hala dirseklerimi geçer :)

Diğeri Atletic Bilbao maçı, ama ondan bahsetmeye çok da gerek yok. Bir yıl sonra en büyük olmak için ödenmiş bir bedel olarak görürüm hala.
Efsane Milan maçında 2-1 gerideyken, yedi dakika kala arkadaşımla iddiaya girmiştim bu maçta birşeyler olacak, biz alacağız diye. "Alalım, bir sene elini cebine götürtmicem" demişti, benim kaybım ise en fazla Burger King'den bir menü olacaktı. Birşeyler oldu hakikaten ve biz maçı aldık, ama yapamayacağın sözü vermiceksin işte, hâlâ dalgasını geçerim kendisiyle :)
Dortmund maçında Bülent'in ıskası, Hagi'nin son dakikada çataldan dönen frikiği derken, on yıllık Avrupa yürüyüşünün ardından 17 Mayıs. Sabah üç arkadaş okulda buluşup yine Ülkealan'ın yolunu tutup beyaz formaları çekmiştik. Hala düşünür gülerim dönüşte okulda gördüğümüz Arsenal formalı eziğe :)
Real Madrid maçındaki geri dönüşe hiç girmeyeyim, yazar da yazarım, uzar gider. Velhasıl şanslı bir nesiliz, en güzel dönemlerin canlı tanığı olarak. Dün Rijkaard gittiğinde sanki bunları bir daha yaşayamayacakmışız gibi, ölüyormuşuz gibi hissettim. Onu, herşeyi başlatan Derwall'in yerine koymuştum ben, acısıyla tatlısıyla mutlu bir sonu olacağına inandırmıştım kendimi. Bir sürecin başlangıcıydı ve sadece sabredecektik hepsi bu..
2 izleyici sahaya girdi:
yahu papin mustafa dedin. nerden nereye gittik şimdi. enteresan bi herifti o. Hakan'ın yanında gelip geçen onlarca forvetten biri. Sonra Çanakkale'ye mi gitti nereye gitti hatırlamıyorum.:) Ama benim içimdeki ukte hep İlie'dir usta.. Adamın hiç şansı da yoktu, gitti sakatlandı oralarda. çok büyük topçuydu Ilie.
yok be abi papin mustafa'yı beğendiğimden, özlediğimden filan yazmadım, ASY'deki roma maçı diyince hep o gelir aklıma, yanlış hatırlamıyosam o maçtı yerden yarım metre(!) yükselmiş topa röveşata vurmuştu :))
Ilie ise her Galatasaraylı'nın içinde bir yaradır. Hakan Ünsal, Okan, vs. ondan sonra aşırtma vurmaya başlamıştır. İnanılmaz bir kaliteydi ve kimse doyamadan sattık biz onu..
Ilie diyince Sabin'den de bahsetmemek olmaz tabi, "bunda varsa kardeşinde de vardır" diyip transfer eden genetik uzmanlarını saygıyla anıyorum :)
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi söylemekten çekinmeyin.