13 Aralık 2010 Pazartesi


Geçen sene galatasarayın ilk yarıdaki seceresini bi çıkartalım;

Lig ve avrupa kupalarında oynadığı toplam 29 maçtan  19 galibiyet, 6 beraberlik, 4 de yenilgi almış. Bu maçlarda toplam 65 gol atmış, 28 gol yemiş.

Sadece bu istatistiğe bakarak bile, bir takımın iyi ya da kötü olup olmadığını değil belki ama, en azından maçlarının oldukça eğlenceli geçtiği yargısına varabilirsiniz. Nitekim geçen sezonun ilk yarısında, hücumda oldukça zengin işler yapabilen, fakat takım savunması yönünde, daha doğrusu kolektif oyun adına sıkıntı çeken bir galatasaray vardı. Bundaki temel sebep de, özellikle Rijkaard'ın oynatmak istediği oyundaki  olmazsa olmaz mevki olan "iç orta saha" nın, hem nicelik, hem de nitelik olarak kısırlığıydı.  Yani bu yapıdaki oyuncu sayısı hem azdı, hem de varolanların kalitesi vasat bir sezon geçirmek için bile can çekişiyordu. Linderoth'a güvenildi, malum iyileşmedi. O halde mevcut 2,5 seçenek kalıyordu; Ayhan, Barış ve buraya birşekilde devşirilme ümidi taşıyan Elano.

Bununla beraber; yine bu yarıda galatasaray adına sürpriz çıkış yapan ve potansiyelinin gerçekten üstünde oynayan bir adam, Mustafa Sarp peydah oldu. Ve kısa vadede, özellikle zorluk derecesi düşük-orta maçlarda birçok problemi tolere edebildi Sarp.Gerçekten başarılı bir yarı geçirdi. Ve nasıl olsa bu geçiş sürecinde birşeyler oturacaktı, o bölgeye doğru isimler elbette gelecekti. Galatasaray hücum zenginliği konusunda sıkıntı çekmiyordu. Şüphesiz biz de sadece eğlenceli bir takım izliyorduk, fakat ileriye yönelik umutlarımız da çok güçlüydü. En önemlisi, takımda belli bir otorite, uyum ve progresif bir oyuncu grubu vardı.

Ve lakin, devre arasına ciddi sakatlıklarla girdi galatasaray. Hem santraforu,hem bekleri, hem de yedek stoperi uzun süreli bir mecburi izne çıktığından, transfer konusunda zora girdi. Şüphesiz Galatasaray'ın en büyük problemi orta sahaydı, bunu da herkes biliyordu, fakat Topal-Sarp-Barış-Ayhan-Elano sapasağlamdı ve birşekilde rotasyon imkanları vardı. Dolayısıyla;  tercih de sakat oyuncuların yerine yapıldı. Bir forvet, bir kenar forvet, bir de stoper alınarak 2. yarıya başlandı.

Burdaki Kewell-Nonda tercihinde de; Kewell'ın çok yönlü ve üçlü hücum hattında çeşitli varyasyonlarda görev alabiliyor olması belirleyici oldu, ki bu da doğruydu.   

Velhasıl;  buraya kadar olan tüm gelişmeler kimi olumlu, kimi olumsuz da olsa; bu takımı trajik bir sona sürükleyen asıl sebep bu değil. Galatasarayı geçen sezon itibariyle bitiren ve bu güne getiren olay, A. Madrid maçının 2. ayağının son düdüğüdür. O maçın öncesi ve sonrasında yaşananlar, aslında sadece galatasarayı değil, ülke futbolunu da özetliyor.  Arda'nın uç oyuncusu olarak oynatılmasından tutun da, Uğur'un sol bek oluşuna kadar masaya yatırılan Rijkaard fiyaskoları (!) , koskoca galatasarayın sıradan Atletico Madrid'e elenmesiyle oluşan skandal(!) dan sonra zirveye çıktı. O gün üçlü forvetin merkezinde Arda'nın oynatılması bir futbol cinayetiyken; araya giren dünya kupası, iki 9 numarasız takımın final oynaması; akabinde karışan kafalar.. Ve bugün vardığımız noktada Pino tek santrafor.  "Sırtı kaleye dönük.." lafı da lugatlardan çıktı.

Bu işin ulusal komedisi. Fakat Galatasaray özelinde baktığımızda bu eleniş çok daha ağır sonuçlar doğurdu. Bu takım sadece Arda ve Keita gücüyle Madrid'e direnip, üstelik de buz gibi penaltısı piç edilip son saniye golüyle elendiğinde; geleceğe dair bütün planlarını o sahada bıraktırdık biz ülkece. Bu sersemlemede Polat'ın uefa kupası vaadi çok önemli bir rol oynadı, fakat tek sebep bu değil.


Galatasaray o maçtan sonra öyle bir havlu attı, öyle bir sersemleşti ki, 3 yenilgiyle girdiği ligin son 10 haftasında tam 5 yenilgi aldı. Abuk subuk maçlar kaybetti, Eskişehir-Trabzon-Fenerbahçe gibi bir üçgende 9 puanı resmen kendi eliyle verdi. Ve kaybettikçe oyuncu grupları çözülmeye, rutin "sezon sonu aklanma gayretleri" ne başladı. Madrid maçıyla öne eğilen kafalar, sürülere bölündü, en sonunda Sivas'taki o unutulmaz tartaklanmada, hocası karambole alınmışken kayıtsız izleyen bir avuç oyuncu grubunu armağan etti bize. Zaten o günkü tablo olduğu gibi yeni sezona taşındığı için, bırakın gelişme göstermeyi, "yeniden başlama" şansı bile kalmadı galatasarayın ve Rijkaard'ın, hızla tükendiler. Bugün o 10 haftada kaybedilen 5 maçı "teknik" yönden analiz etmeye çalışan hiçkimsenin futbolun diliyle konuşmaya hakkı yoktur benim nazarımda. Değil galatasaray,
bir halı saha takımı bile böyle anormal bir düşüş gösterse oturup sorgulanması gerekir.

Bu bağlamda teorideki açıklamalar da oldukça saçma. Bir hoca kötü de olabilir, hatalar da yapabilir.. Ve belki Rijkaard galatasaray için doğru isim de olmayabilir, uzun vadede bu bence tartışmaya açıktır. Ama o günden bu güne , Hagi'ye kadar varan süreci teknik olarak açıklamak ahmaklıktır benim için. Doğru yönetilen hiçbir takım, bu kadar abuk subuk bir dönüşüm yaşamaz. Ama bunu tartışırken de, oyuncu grubunu ve yönetimi de bu topraklardaki total kurumun zihniyetinden soyutlamamak gerek.

Evet yönetim 1. derece sorumludur, oyuncu gruplarını ve iş ahlakı konusunu da pek çok kez tartıştık. Fakat o gün Madrid'e elendiğinde yerden yere vurulan galatasarayın çilesi, çok daha genel bir fütursuzluğun getirisidir. Ve malesef bunun bir dermanı da yok. Bir başkan "Barcelona olacağız, uefa kupasını alacağız" yalanına kendini bu denli inandırabiliyorsa;  Atletico Madrid'in geçen sene yaptığı duble teferruattır bu ülkede.
www.tips-fb.com

0 izleyici sahaya girdi:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi söylemekten çekinmeyin.

 

Copyright 2010 Kalender Libero.

Theme by WordpressCenter.com.
Blogger Template by Beta Templates.